ISSN: 2979-9538
Volume : 2 Issue : 3 Year : 2023
Indexing



Quick Search




NORTHWESTERN MEDICAL JOURNAL - Northwest Med J: 2 (3)
Volume: 2  Issue: 3 - 2022
1.Cover

Page I

2.Advisory Board

Pages II - VIII

3.Contents

Page IX

4.Editorial

Page X

ORIGINAL RESEARCH
5.Investigation of adult patients with tonsillectomy in terms of complication development, comorbidity ratios and seasonal distribution
Tuğberk Sebit, Akif Güneş, Elif Karalı, İsa Akın
doi: 10.54307/NWMJ.2022.36844  Pages 133 - 137
GİRİŞ ve AMAÇ: Bu çalışmamızda 18 yaş ve üzeri tonsillektomi yapılan hastaların postoperatif kanama durumları, tonsillektomi nedenleri, ek hastalıkların varlığı ve hangi mevsimde tonsillektominin yapıldığının değerlendirilmesi amaçlanmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Üçüncü basamak bir hastanenin kulak burun boğaz kliniğinde 18 yaş ve üzeri tonsillektomi yapılmış 150 hasta çalışmamıza dahil edildi. Çalışmamıza katılan hastaların, yaş, cinsiyet, ek hastalığının olup olmaması, operasyondan sonra kanama olup olmaması, tonsillektominin yapıldığı mevsim incelendi.
BULGULAR: Çalışmamıza 50 kadın (%33,3) ve 100 erkek (%66,7) olmak üzere toplam 150 hasta dahil edildi. Çalışmamıza dahil edilen hastaların yaş ortalaması 32,49±12,20 yıl (min: 18-max: 75) olarak tespit edildi. postoperatif ilk 24 saat haricinde 12 hastada (%8) postoperatif dönemde kanama izlendi. Postoperatif dönemde kanama şikâyeti ortalama 4. günde olduğu belirlendi. Toplam 15 (%10) hastanın herhangi bir ek hastalığının olduğu gözlendi. Toplam 35 (%23,3) hastaya tıkayıcı uyku apne sendromu (OSAS) nedeniyle, 115 (%76,7) hastaya ise rekürren tonsillit nedeni ile tonsillektomi uygulandı. Otuz bir hastaya ilkbahar mevsiminde (%20,7), 40 hastaya kış mevsiminde (%26,7), 39 hastaya sonbaharda (%26) ve 40 hastaya ise yaz mevsiminde (%26,7) tonsillektomi uygulandı. Tonsillektomi nedeni ile operasyon mevsimi arasında istatistiksel farklılık izlenmedi (p>0.05). Tonsillektomi nedeni ile ek hastalığın olup olmaması arasında istatistiksel farklılık izlenmedi (p>0.05).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Erişkin, tonsillektomi yapılan hastalarda ek hastalık varlığının ve mevsimsel farklılıkların postoperatif kanama üzerinde herhangi bir etkisinin olmadığı sonucuna vardık. Tonsillektomi yapılan erişkin hastalarda postoperatif kanama ile operasyonun yapıldığı mevsim ve kanama bozukluğuna yol açacak hastalıkların haricinde diğer ek hastalıklar açısından anlamlı bir ilişki tespit edemedik.
INTRODUCTION: This study aimed to evaluate the postoperative bleeding status of the patients who underwent tonsillectomy over 18 years old. It evaluated the reasons for tonsillectomy, additional diseases, and the season in which tonsillectomy was performed.
METHODS: One hundred and fifty patients aged 18 years and over who underwent tonsillectomy in the ear, nose, and throat clinic of a tertiary hospital were included in our study. The age, gender, additional disease, post-tonsillectomy haemorrhage (Post-TH), and the season in which tonsillectomy was performed were examined.
RESULTS: A total of 150 patients, 50 females (33.3%) and 100 males (66.7%), were included in our study. The mean age of the patients was 32,49±12,20 years. Bleeding was observed in the postoperative period in 12 patients (8%), except for the first 24 hours postoperatively. It was determined that the most frequent complaint of bleeding in the postoperative period was on the 4th day. It was observed that 15 (10%) patients had an additional disease. A total of 35 (23.3%) patients underwent tonsillectomy due to Obstructive Sleep Apnea Syndrome (OSAS) and 115 (76.7%) patients for recurrent tonsillitis. Tonsillectomy was performed in the spring season for 31 patients (20.7%), winter for 40 patients (26.7%), autumn for 39 patients (26%), and summer for 40 patients (26.7%). No statistical difference between seasonal differences and the tonsillectomies performed was found (p> 0.05). There was no statistical difference between tonsillectomy and the presence or absence of additional diseases (p> 0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: We concluded that the presence of comorbidity and seasonal differences did not affect Post-TH in adult tonsillectomy patients.

6.Subchronic effects of bay leaves (syzygium polyanthum) extract on body weight, physical changes and mortality in female wistar rats with low iron diet
Suharni Ani, Dono Indarto, Risya Cilmiaty
doi: 10.54307/NWMJ.2022.25744  Pages 138 - 144
GİRİŞ ve AMAÇ: Anemi, dünya çapında bir beslenme sorunudur ve düzenli olarak demir tabletleri alınması önerilir. Defne yaprağı, gıda aroması için yaygın olarak kullanılır, ancak anemi tedavisi için sınırlıdır. Bu çalışma, düşük demir diyetli dişi Wistar sıçanlarda defne yaprağı ekstraktının vücut ağırlığı (BW), fiziksel değişiklikler ve mortalite üzerindeki subkronik etkilerini araştırmayı amaçladı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu laboratuvar deneyinde 8-10 haftalık ve 160-200 g ağırlığında 30 dişi Wistar sıçan kullanıldı ve rastgele 5 gruba ayrıldı: pozitif kontrole (PC) AIN 93 M standart gıda, 1.36 ile ilave edildi. mg/100 g Fe mineral karışımı (düşük demir diyeti) ve 3.7 mg/kg VA demir tableti tedavi sırasında (T1-4) gruplarına düşük demir diyeti verildi ve 300; 1000; 2.000; 28 gün boyunca sırasıyla 5.000 mg/kg BW defne yaprağı özütü. 0, 14 ve 28. günlerde VA ölçümü yapıldı ve bir kontrol listesi kullanılarak düzenli olarak 5 kez fiziksel değişiklikler gözlendi. Veriler tek yönlü ve tekrarlanan ölçümler ANOVA testleri kullanılarak analiz edildi.
BULGULAR: PC grubu hariç tüm sıçan gruplarında ortalama vücut ağırlığı biraz arttı. PC grubu 28. günde tedavide en yüksek ortalama vücut ağırlığına (184.2±5.54g) sahipti, ancak diğer gruplarla karşılaştırıldığında anlamlı bir farklılık göstermedi (p=0,123). C ve T gruplarındaki sıçanlar normal fiziksel performans, somatomotor aktivite ve sıfır ölüm gösterdi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Düşük demir diyeti olan dişi Wistar sıçanlarında dört doz defne yaprağı ekstraktının oral uygulamaları gözlenen herhangi bir yan etki göstermedi.
INTRODUCTION: Anemia is a globally nutritional problem and taking iron tablets regularly is recommended. Meanwhile, bay leaves are widely used for food flavoring, but only limited for anemia treatment. This study aimed to investigate the subchronic effects of bay leaves extract on body weight (BW), physical changes, and mortality in female Wistar rats with low iron diet.
METHODS: Thirty female Wistar rats, aged 8-10 weeks and weighing 160-200 g, were used in this research study. They were randomly divided into 5 groups: the positive control (PC) received an AIN 93 M standard food, supplemented with 1.36 mg/100 g Fe mineral mix (low iron diet), and 3.7 mg/kg BW iron tablet, while the treatment (T1-4) groups received the low iron diet, supplemented with 300; 1.000; 2.000; and 5.000 mg/kg BW bay leaves extract respectively for 28 days. Furthermore, BW measurement was carried out in day 0, 14, and 28 and physical changes were regularly observed 5 times using a checklist. Data were analyzed using one way ANOVA and repeated measures tests.
RESULTS: The average of BW in all rat groups increased slightly except in PC group. The PC group had the highest average of BW (184.2±5.54g) on day 28 of treatment, but it was not significantly compared to other groups (p=0.123). Rats in groups C and T showed normal physical performances, somatomotor activities, and zero death.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Oral administrations of four doses of bay leaves extract to female Wistar rats with low iron diet showed no observed adverse effects.

7.Leukocyte and lipid-based inflammation indices as predictors of asymptomatic organ damage in treatment-naive and newly diagnosed hypertension patients
Mehmet Sait Altıntaş, İbrahim Taşkın Rakıcı
doi: 10.54307/NWMJ.2022.40085  Pages 145 - 154
GİRİŞ ve AMAÇ: Düşük dereceli enflamasyonun hipertansif organ hasarının gelişimini kolaylaştırdığı bilinmektedir. Bu çalışma, yeni tanı almış tedavi görmemiş hipertansiyonu (TNNDH) olan hastalarda lökosit ve lipid bazlı enflamasyon indeksleri ile asemptomatik organ hasarı (AOD) arasındaki ilişkiyi araştırmayı amaçlamıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Çalışmaya Kardiyoloji Kliniğinde takipli TNNDH’li 200 hasta ve 100 sağlıklı kontrol dahil edildi. Kadınlarda LVMI >95 g/m2 ve erkeklerde LVMI >115 g/m2 ve CIMT >0.9 mm veya karotiste plak varlığı ve mikroalbüminüri >30 mg/gün AOD göstergeleri olarak değerlendirildi. Tam kan sayımından trombosit/lenfosit oranı (PLR), nötrofil/lenfosit oranı (NLR), sistemik immün-enflamasyon indeksi (SII), monosit/HDL oranı (MHR), aterojenik plazma indeksi (AIP) seviyeleri hesaplandı.
BULGULAR: Tüm enflamasyon indeksleri ile AOD göstergeleri arasında pozitif korelasyonlar bulundu. TNNDH hastalarının %66.7’sinde AOD tespit edildi. Ortalama PLR (143.0±37.9 - 138.0±36.2; p<0.05), ortalama NLR (2.1±0.5 - 1.8±0.5; p<0.05), ortalama SII (608.5±125.6 - 462.9±60.7; p<0.05) ) ve ortalama AIP (0,7±0,2’ye karşı 0,5±0,2; p<0,05) seviyeleri AOD grubunda daha yüksekti. Artan SII ve AIP seviyeleri, AOD’nin bağımsız prediktörü idi. SII, AOD’yi öngörmede diğer lökosit ve lipid bazlı enflamatuar indekslere kıyasla daha üstün tanısal ayrımcılığa sahipti (AUC=0,872; p<0,001).
TARTIŞMA ve SONUÇ: Yüksek SII ve API seviyeleri, AOD varlığının bağımsız öngörücüleridir. Bununla birlikte, SII, AOD’nin ayırt edilmesinde üstün tanısal performans sergiler. SII, HDTND hastalarında AOD’yi saptamada yararlı bir tarama aracı olabilir.
INTRODUCTION: Low-grade inflammation is known to facilitate the development of hypertensive organ damage. This study aimed to investigate the relationship between the leukocyte and lipid-based inflammation indices and asymptomatic organ damage (AOD) in treatment-naive and newly diagnosed hypertension patients (TNNDH).
METHODS: The study included 200 patients with TNNDH who are treating by the Cardiology Clinic and 100 healthy controls. Left venriculer mass index (LVMI) of >95 g/m2 in women and >115 g/m2 in men, and carotis intima media thickness (CIMT) of >0.9 mm or presence of plaque in the carotid artery and microalbuminuria of >30 mg/day were evaluated as AOD indicators. Platelet to lymphocyte ratio (PLR), neutrophil to lymphocyte ratio (NLR), systemic immune-inflammation index (SII), monocyte to HDL ratio (MHR), and atherogenic index of plasma (AIP) levels were calculated based on the complete blood count.
RESULTS: Positive correlations were found between all inflammation indices and AOD indicators. AOD was detected in 66.7% of the TNNDH patients. The mean PLR (143.0±37.9 vs. 138.0±36.2; p<0.05), mean NLR (2.1±0.5 vs. 1.8±0.5; p<0.05), mean SII (608.5±125.6 vs. 462.9±60.7; p<0.05) and mean AIP (0.7±0.2 vs. 0.5±0.2; p<0.05) levels were higher in the AOD group. Increasing SII and AIP levels were independent predictors of AOD. SII had superior diagnostic discrimination compared to other leukocyte and lipid-based inflammatory indices in predicting AOD (AUC=0.872; p<0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: High SII and API levels are independent predictors of AOD. However, SII exhibits superior diagnostic performance in discrimination of AOD. SII can be a useful screening tool in detecting AOD in HDTND patients.

8.Ozone or hyaluronic acid in the intra-articular treatment of knee osteoarthritis?
Merve Damla Korkmaz, Ahmet Kıvanç Menekşeoğlu
doi: 10.54307/NWMJ.2022.81300  Pages 155 - 162
GİRİŞ ve AMAÇ: Diz osteoartritinin (DOA) tedavisinde hem eklem içi ozon hem de hyaluronik asit enjeksiyonları yaygın olarak kullanılmaktadır. Bu çalışmada, DOA’lı katılımcıların ağrı ve fonksiyonel kısıtlılıkları üzerine eklem içi ozon ve hyaluronik asit (HA) enjeksiyonlarının etkinliğinin değerlendirilmesi ve karşılaştırılması amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Üç aydan uzun süredir diz ağrısı şikayeti ile polikliniğe başvuran, yaşları 40-75 olan ardışık 108 hastanın (seksen dört kadın, yirmi dört erkek) 32’si dahil etme kriterlerine uymadığı için dışarda bırakılarak 76 hasta çalışmaya dahil edildi. HA enjeksiyonları tek doz, ozon enjeksiyonları ise haftada bir olmak üzere toplam üç doz olarak uygulandı. Katılımcılar, Vizüel Analog Skala (VAS) ve Western Ontario ve McMaster university Arthritis Indeksi (WOMAC) kullanılarak tedaviden önce, tedaviden bir ve üç ay sonra olmak üzere değerlendirildi.
BULGULAR: Yetmiş altı katılımcı çalışmaya dahil edildi. Katılımcılar, Hyaluronik Asit (n=39) ve Ozon (n=37) grupları olarak iki gruba ayrıldı. Gruplar arasında tüm evrelerde WOMAC-toplam, WOMAC-ağrı ve VAS (p>0.05) skorları açısından anlamlı fark saptanmadı. WOMAC-sertlik skoru birinci ay ve üçüncü ay takipleri arasında anlamlı olarak farklı bulundu(p=0.011). Ayrıca gruplar arası analizde tedavi öncesi ve birinci ay takipleri (p=0,008) ve tedavi öncesi ve üçüncü ay takipleri (p=0,002) arasında WOMAC fonksiyon skorlarında anlamlı değişiklik saptandı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Hem ozon hem de HA enjeksiyonları DOA için etkili tedavi yöntemleridir. Ancak eklem içi HA enjeksiyonunun ağrı ve fonksiyon üzerine etkisi ozon enjeksiyonuna kıyasla daha uzun süreli olarak saptanmıştır.
INTRODUCTION: Both intra-articular ozone and hyaluronic acid injections are commonly used for treatment of knee osteoarthritis (KOA). It was aimed to evaluate and compare the effectiveness of intra-articular ozone and hyaluronic acid (HA) injections on pain and functional limitations of participants with KOA.
METHODS: One hundred and eight consecutive patients (eighty-four women, twenty-four men) aged 40-75 years visited to outpatient clinic with knee pain for longer than 3 months. HA injections were performed as a single dose, and ozone injections were administered once a week as three doses in total. The Visual Analog Scale (VAS) and the Western Ontario and McMaster Universities Arthritis Index (WOMAC) were performed before treatment, one and three months after treatment.
RESULTS: Seventy-six participants were included in the study. The randomization was done as Hyaluronic Acid (n=39) and Ozone (n=37) groups. No significant difference was found in terms of WOMAC-total, WOMAC-pain, and VAS (p>0.05) at all stages among groups. WOMAC-stiffness score was found significantly different between first month and third month follow-ups (p=0.011). Also, there was a significant change in WOMAC-function scores between before treatment and first month follow-ups (p=0.008), and before treatment and third month follow-ups (p=0.002) in inter-group analysis.
DISCUSSION AND CONCLUSION: Both ozone and HA injections were effective treatment methods for KOA. However, intraarticular HA injection had a longer-lasting effect on pain and function than ozone injection.

9.Cytotoxic effects of calcitriol on osteosarcoma cells
Hümeyra Çelik, Ayhan Çetinkaya, İlhan Çelik
doi: 10.54307/NWMJ.2022.63835  Pages 163 - 167
GİRİŞ ve AMAÇ: Çalışmada antikanser etkileri olduğu bilinen kalsitriolün osteosarkoma hücre hattı olan SAOS-2’ye etkilerinin değerlendirilmesi amaçlandı.
YÖNTEM ve GEREÇLER: SAOS-2 hücreleri klasik kültür flasklarında 37 C° ve %5 CO2 varlığında DMEM besiyerinde kültüre alınarak büyütüldü. Hücreler %70-80 konfluent oldukları zaman inverted mikroskop altında morfolojik değişimler incelendi, hücreler 96’lık mikroplaklara pasajlandı ve pasaj sonrasında hücrelere farklı konsantrasyonlarda cinnamaldehyde ve methanandamid uygulaması (her iki ilaç için 0,675;1,25; 2,5; 5; 10; 20; 50; 100 mM/ml) yapıldı. Uygulama sonrası sitotoksik etki ve proliferasyon hızları/hücre proliferasyonu MTT yöntemi ile incelendi.
BULGULAR: Farklı konsantrasyonlarda kültüre edilen kalsitriolün 0.1, 1, 10, 25 nM/ml dozlarının kontrol grubuna göre proliferasyonu istatistiksel olarak anlamlı ölçüde azalttığı tespit edildi.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Bulgularımıza göre osteosarkomun tedavisinde D vitamininin antiproliferatif etkisinden eksozomal, kombine ve destek tedavi olarak faydalanabileceğini düşünüyoruz. Bu konuda daha ileri çalışmaların yapılmasına ihtiyaç vardır.
INTRODUCTION: It was aimed to examine the effect of calcitriol which has known anticancer activities, on the osteosarcoma cell line SAOS-2 cells [1,25(OH)2D3].
METHODS: SAOS-2 cells were grown in culture in conventional culture flasks in DMEM medium at 37°C and 5% CO2. When the cells were 70-80% confluent, morphological changes were examined under an inverted microscope. The cells were passaged into 96 microplates, and after passage, different concentrations of calcitriol was applied to the cells (0.1; 0.5; 1; 5; 10; 25 nM/ml) was done. After administration, cytotoxic effect and proliferation rates/cell proliferation were analyzed by MTT method.
RESULTS: The effect of calcitriol applied at different concentrations in cultured cells were 0.1, 1, 10, 25 nM/ml doses, in these groups proliferation was found to be statistically significantly reduced compared to the control group (p≤0.05).
DISCUSSION AND CONCLUSION: Our data imply that the antiproliferative effects of vitamin D applications can be benefited from in exosomal, combined and supportive treatments in osteosarcoma. Further trials are warranted to confirm and validate our findings.

10.Investigation of sleep quality according to physical activity levels in individuals with lung cancer
Emine Özsarı, Alp Özel, Suat Konuk, Eylem Tütün Yümin
doi: 10.54307/NWMJ.2022.20592  Pages 168 - 176
GİRİŞ ve AMAÇ: Akciğer kanseri, insidansı, yüksek mortalitesi ve başlangıçtaki asemptomatik seyri nedeniyle genellikle geç teşhis edilen ve yaşam beklentisi düşük olan bir kanser türüdür. Uyku bozuklukları ve buna bağlı yorgunluk kanser hastalarının ortak şikayetleridir. Bu çalışmanın amacı akciğer kanserli bireylerde fiziksel aktivite düzeylerine göre uyku kalitesinin incelemesidir.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma Aralık 2021-Mart 2022 tarihleri arasında gerçekleştirildi. Bir üçüncü basamak sağlık kuruluşunun göğüs hastalıkları polikliniğinde akciğer kanseri tanısı alan bireyler retrospektif olarak incelendi. Çalışmaya 100 kişi dahil edildi. Bireyler fiziksel aktivite düzeylerine göre iki gruba ayrıldı. Fiziksel aktivite düzeyi Uluslararası Fiziksel Aktivite Anketi ile; uyku kalitesi Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi ile; dispne modifiye Medical Research Council Ölçeği ile; performans durumu Eastern Cooperative Oncology Group ile; fonksiyonel yetersizlik Karnofsky Performans Durumu ile; ağrı, sayısal derecelendirme ölçeği ile değerlendirildi.
BULGULAR: Çalışmaya alınan bireylerin %52.0’ı sedanterdi. Yaş ortalaması (p=0.123), vücut kitle indeksi (p=0.157), hastalık süresi (p=0.342) ve hastanede kalış süresi (p=0,273) açısından iki grup arasında fark yoktu. Eastern Cooperative Oncology Group (p=0,001), Karnofsky Performans Durumu (p=0,001) ve toplam Pittsburg Uyku Kalitesi İndeksi puanı (p=0,001) açısından iki grup arasında fark vardı.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Çalışmamızda fiziksel olarak aktif olan grubun toplam uyku kalitesi puanının sedanter gruba göre daha iyi olduğu bulunmuştur. Fiziksel aktivite, olumlu fizyolojik ve psikolojik sağlık sonuçları olan ve kötü uyku kalitesi için potansiyel bir farmakolojik olmayan müdahale ile değiştirilebilir bir yaşam tarzı davranışıdır.
INTRODUCTION: Lung cancer is a type of cancer that is usually diagnosed late and has a low life expectancy due to its incidence, high mortality, and initial asymptomatic course. Sleep disorders and related fatigue are common complaints for cancer patients. This study aims to examine sleep quality according to physical activity levels in individuals with lung cancer.
METHODS: This study was carried out between December 2021 and March 2022. Individuals diagnosed with lung cancer in Bolu Abant İzzet Baysal University Faculty of Medicine Chest Diseases Outpatient Clinic were retrospectively analyzed. 100 individuals were included in the study. Individuals diagnosed with lung cancer in the chest diseases department of a tertiary care center were retrospectively analyzed. Physical activity level with the International Physical Activity Questionnaire; sleep quality with the Pittsburg Sleep Quality Index; dyspnea with Modified Medical Research Council Scale; performance status with Eastern Cooperative Oncology Group; functional disability with Karnofsky Performance Status; Pain was evaluated with a numerical rating scale.
RESULTS: 52.0% of the individuals included in the study were sedentary. There was no difference between the two groups in terms of mean age (p=0.123), body mass index (p=0.157), disease duration (p=0.342), and length of hospital stay (p=0.273). There was a difference between the two groups in terms of Eastern Cooperative Oncology Group (p=0.001), Karnofsky Performance Status (p=0.001), and total score of Pittsburg Sleep Quality Index (p=0.001).
DISCUSSION AND CONCLUSION: In our study, it was found that the total sleep quality score of the physically active group was better than the sedentary group. Physical activity is a modifiable lifestyle behavior with positive physiological and psychological health consequences and a potential non-pharmacological intervention for poor sleep quality.

11.Online classes in undergraduate medical teaching: recommendations from perspectives of teachers and students in a non-government medical college of Bangladesh
Mehrunnissa Khanom, Afroza Hoque, Mohammed Parvez Iqbal Sharif, Muslimuddin Sabuj, Amir Hossain
doi: 10.54307/NWMJ.2022.70299  Pages 177 - 181
GİRİŞ ve AMAÇ: COVID-19 pandemisi nedeniyle tüm dünyadaki eğitim sistemi, yüz yüze öğretimden çevrimiçi öğretime ani geçiş zorunluluğuyla karşı karşıya kalmıştır. Tıp öğretimi bundan en çok etkilenen alanlardan biri olmuştur. Yüz yüze öğretim ile çevrimiçi öğretim arasında bazı niteliksel farklılıklar vardır, bunlar hem öğretmen hem de öğrenci tarafından kolayca anlaşılabilir. Bu makalede Bangladeş’te özel bir tıp fakültesindeki öğretim üyeleri ve öğrencilerin COVID-19 karantinası sırasında çevrimiçi sınıflardaki deneyimleriyle ilgili durumları ve görüşleri araştırılmıştır.
YÖNTEM ve GEREÇLER: Bu çalışma yerel etik kurul tarafından onay sonrası gerçekleştirilmiştir. Kurumumuzda Haziran 2020’den Kasım 2020’ye kadar çevrimiçi eğitim-öğretim etkinliklerine katılan ve bilgilendirilmiş yazılı onam veren tüm öğretim üyeleri ve öğrenciler bu çalışmaya dahil edildi. Bu kesitsel çalışmada veri toplamak için Google formunda önceden test edilmiş bir anket kullanıldı.
BULGULAR: Çalışmaya öğretim üyelerinin %85’i ve öğrencilerin %87’si katılmıştır. Öğrencilerin %20’si çevrimiçi derse hiç ilgi duymadığını ifade etmiştir. Dikkat çekici bir şekilde, öğretim üyelerinin %58’i ve öğrencilerin %74’ü çevrimiçi dersi hiçbir zaman yüz yüze dersin tam bir ikamesi olarak görmediklerini belirtmiştir.
TARTIŞMA ve SONUÇ: Mevcut çalışma, çevrimiçi sınıflarda uygun etkileşimin olmaması, klinik öğrenciler için çevrimiçi dersin daha az etkili olması, öğretim üyelerinin daha az hazırlıklı olmaları ve çevrimiçi sınıfın yüz yüze eğitimin tamamen yerine geçememesi gibi konularda diğer çalışmalarla benzerlik göstermiştir.
INTRODUCTION: Due to the COVID-19 pandemic, educational systems all over the world faced the challenge of an abrupt switch from traditional to virtual classroom; undergraduate medical teaching has been one of the most affected area. There are some qualitative differences between teaching face-to-face and teaching online, and these are easily understandable to both the teacher and the learner. The current paper explores the views of teachers and bachelor of medicine and surgery (MBBS) students at a non-Government Medical College of Bangladesh, regarding their experience in online classes during the COVID-19 lockdown.
METHODS: All teachers and MBBS students of Chattagram International Medical College who were involved in online teaching-learning activities from June 2020 to November 2020 and gave informed written consent, were included in this study. It was a cross-sectional study, and a pre-tested questionnaire in Google form was used for data collection. This study was approved by the institutional review board of Chattagram International Medical College (CIMC/IRB/02/20-4 and CIMC/IRB/03/20-6).
RESULTS: Among all participants, 85% of teachers and 87% of students responded to the study. Among the students, 20% never felt interest in the online class. Remarkably, 58% of teachers and 74% of students never felt online class as a substitute for a face-to-face class.
DISCUSSION AND CONCLUSION: The current study found similarities with other studies in terms of a lack of appropriate interaction in the classroom, a lower effectiveness of online classes for clinical students, a lack of preparedness among teachers, and a refusal to accept online classes as a complete replacement for face-to-face classes.

CASE REPORT
12.Subacute thyroiditis associated with adalimumab - a case report and review of the literature
Şerife Mehlika Kuşkonmaz, Gönül Varan Koç, Tahsin Özenmiş, Muhammed Mustafa İnce, Mehmet Kırnap, Cavit Çulha
doi: 10.54307/NWMJ.2022.02996  Pages 182 - 185
Subakut tiroidit; tiroid bezinde şişlik, boyun bölgesinde dokunmayla hassasiyet ve tiroid foliküllerinin yıkımına bağlı ortaya çıkan tirotoksikoz ile karakterize bir hastalıktır. Birkaç olgu sunumunda subakut tiroidit ile anti TNF ajanların ilişkisi incelenmiştir. Kırkiki yaşında kadın hasta ateş ve sağ kulağa yayılan boyun ağrısıyla hastaneye başvurdu. Hastaya 9 yıl önce ankilozan spondilit tanısı konulduğu ve hastanın 7 yıldır adalimumab (40 mg/15gün) tedavisi aldığı öğrenildi. Hastanın tiroid sintigrafisinde tiroid bezi yaygın suprese görünümdeydi ve subakut tiroidit düşünüldü. Adalimumab tedavisi stoplandı ve metilprednizolon 32 mg/gün başlandı. Adalimumab kullanımı subakut tiroidit ile ilişkili olabilir.
Subacute thyroiditis is characterized by the painful inflammation of the thyroid and thyrotoxicosis due to thyroid destruction. A few case reports looked into the association between anti-tumor necrosis factor (anti-TNF) agents and subacute thyroiditis. A 42-year-old woman was admitted to the hospital for fever and neck pain spreading to the right ear. For the last seven years, she has been on adalimumab treatment (40 mg every 15 days) for ankylosing spondylitis. Thyroid scintigraphy showed a diffusely suppressed gland which confirmed the diagnosis of subacute thyroiditis. Adalimumab treatment was stopped, and methylprednisolone 32 mg/day was started. Adalimumab use may be associated with subacute thyroiditis.

13.Spontaneous ileoileal intussusception as a rare cause of intestinal obstruction: a case report
Şeyma Öztürk, Selma Erdoğan Düzcü, Çetin Boran, Bahri Özer
doi: 10.54307/NWMJ.2022.97752  Pages 186 - 191
İnvajinasyon, erişkinde intestinal obstrüksiyonun nadir görülen nedenlerindendir. Sıklıkla inflamatuar bağırsak hastalığı, postoperatif adezyonlar, benign veya malign lezyonlar ya da iatrojenik nedenlere bağlı sekonder olarak meydana gelir. Vakaların çok az bir kısmında ise idiopatik veya spontan gelişir. Tanıda en sensitif görüntüleme yöntemi bilgisayarlı tomografidir. Seçilmiş vakalarda redüksiyon uygulanabilmektedir; ancak kesin tedavi cerrahi rezeksiyondur. Bu çalışmada 25 yaşında bir kadın hastada spontan gelişen ileoileal invajinasyon vakası sunulmuştur.
Intussusception is a rare cause of intestinal obstruction in adults. It often occurs secondary to inflammatory bowel disease, postoperative adhesions, benign or malignant lesions, or iatrogenic causes. In few cases, it occurs idiopathically or spontaneously. The most sensitive imaging method for its diagnosis is computed tomography. The reduction can be applied in selected cases; however, the definitive treatment is surgical resection. In this study, we presented a case of spontaneous ileoileal intussusception in a 25-year-old female patient.

LookUs & Online Makale